28 Kasım 2009 Cumartesi

Bayramlar paylaşınca Bayram, hayat paylaşınca güzel..



Maddi durumları çok kötüydü.. Ev kirası vermemek için evi olan yaşlı bir karı-kocaya bakıyor, kendileri de orada barınıyorlardı. İki odalı evde onca çocukla zar zor geçinirken, bir de bayramlık alma derdi çıkmıştı başlarına.
Hiçbir çocuğa tam olarak yeni kıyafetler alamadılar. Kimine pantolon, kimine gömlek, kimine de ayakkabı. Maksat hepsinin gönlü hoş olsun. Ama hiç birininki hoş olmadı.
Çünkü yeni pantolonun altına eski ayakkabı, yeni gömleğe eski pantolon, eski pantolona yeni ayakkabı uymuyordu, sırıtıyordu.
Çocuklardan en çok da Kamil üzüldü bu duruma. Ona pantolon alınmıştı. Gömleği pek eski sayılmazdı ama ayakkabısı yırtık pırtıktı. Bu yüzden annesine bayramda aldığı pantolonu giymek istemediğini, hatta evden dışarıya bile çıkmayacağını söyledi.
O bir de yeni ayakkabı istiyordu. Bu yüzden akşam yemek bile yemedi. Ağlayarak uyudu. Hıçkırıkları başına çektiği yorganın altından duyuluyordu.
Annesi, onun bu haline çok üzülmüştü ama elinden bir şey gelmiyordu. Değil ayakkabı alacak, akşam karınlarını doyuracak yemek yapmak için bile paraları yoktu. Komşuları onların bu halini bildiği için birer tabak yemek getiriyor ve sevaplarına giriyorlardı.
Sekiz yaşındaki Kamil erkenden uyumuştu. Oysa annesi o kahverengi pantolonun altına bir de siyah ya da kahverengi ayakkabı alabilseydi, arkadaşlarına ne çaka satardı.
Ama 'Paramız yok oğlum' demişti, alamamıştı.
Arkadaşlarına, anneleri, babaları kim bilir ne hediyeler, ne kadar güzel kıyafetler almıştı... Onların yanında boynu bükük kalmak istemiyordu. Zaten o yırtık pırtık ayakkabılarıyla da dalga geçiyorlardı sokakta oynarken. Bu yüzden canı sokağa bile çıkmak istemiyordu.
O uyuduktan biraz sonra evlerinin kapı zili çaldı. Kapıyı Kamil'in iki yaş büyük ablası açtı. Gelen komşuları Elif Hanımdı. Kız, Elif Hanımı içeriye buyur etti ama Elif Hanım girmedi, annesini çağırmasını istedi, kızdan. Kız içeriye geçti, ardından annesi geldi kapıya. Elif Hanım, iyi akşamlar dedikten sonra,

"Yarın bayram, belki bir yerlere gidersiniz, ya da biz evde olmayız. Ben şimdiden bayramınızı kutlayayım" dedi. Elini sıkıp, yanaklarından öperken, kadının avucuna da bir miktar para bıraktı,
"Lütfen bunu da kabul edin, dinimizin gereği, fitremiz" dedi.
Kadın, utandı, yüzü kızardı. Elif Hanımın gözlerine baktı, teşekkür etti,
"Sağ olun, Allah sizden razı olsun" dedi.
Elif Hanım, tekrar iyi akşamlar deyip, evine döndü.
Bir saat kadar sonra bu kez Elif Hanımların evinin kapı zili çaldı. Kapıyı Elif Hanım açtı. Karşısında fitre verdiği komşu kadını görünce şaşırdı. "Buyrun, bir şey mi oldu yoksa?" diye sordu.
Kadın mahcup bir tavırla, "Hayır kötü bir şey yok" dedikten sonra, elindeki poşetten bir çocuk ayakkabısı çıkardı, gösterdi,
"Allah sizden razı olsun. Verdiğiniz parayla oğlum Kamil'in istediği ayakkabıyı aldım. Paramız yoktu, alamamıştım, bu yüzden ağlayarak uyumuştu. Şimdi bunları yatağının baş ucuna koyacağım, sabah uyanınca görsün, sevinsin, diye", dedi.
Elif Hanımın boğazına bir şey tıkanmış gibi oldu, yutkunmak istedi, yapamadı, gözleri doldu. Bakışlarını kaçırarak, "Hiç önemli değil. Allah sizden de razı olsun. Keşke daha fazla yardım yapabilseydim" dedi.
Kadın, tekrar teşekkür edip, ayrıldı.
Elif Hanım, uyumakta olan Kamil'i hayal etti, sabah yatağından kalkıp, yeni ayakkabılarını görünce yaşayacağı sevinci düşündü, gülümsedi. Aynı yaştaki oğlunun odasına geçip, uzun uzun seyretti, kimbilir aklından neler geçirdi, sonra eğilip, yanağından öptü...
Kamil, yeni pantolonunun altına çektiği gıcır gıcır ayakkabılarla bayram sabahı el öpme turuna çıkmıştı.
İlk uğradığı ev hangisi biliyor musunuz?...

25 Kasım 2009 Çarşamba

Kuyu kebabı, Sepetçioğlu



Kuyu kebabı Sinop, Boyabat ve Taşköprü'ye has bir kebap türüdür. Özel olarak hazırlanmış kuyularda, dağlarda kekiklerle beslenmiş oğlaklar ile yapılanı makbuldür. Kuyuya atılan çam ağaçlarının közü ile birbuçuk saatte pişen bir kebap cinsidir. En iyi kuyu (tandır) kebabı, İndağı ve Ilgaz çevresinde yapılanlarıdır.

Ben ilk defa İstanbul'dan dönerken Yalova'daki Sepetçioğlu'nda yedim, Nar suyu eşliğinde güzeldi tavsiye ederim.


21 Kasım 2009 Cumartesi

Meyve saati...


Meyvelerin lezzetini ve faydalarını yazmaya gerek yoktur sanırım. Ama ben pek meyve yemeyenlerdenim. :( Ama bizim evde meyveyi çok seven iki yakışıklı var. Dolayısıyla meyve saatleri bizim olmazsa olmazlarımızdan.

20 Kasım 2009 Cuma

TheHouse Cafe - Nefis bir akşam yemeği...

İstanbul sefamızın en güzel bölümlerinden birini de Nişantaşı TheHouse Cafe'de yediğimiz akşam yemeğiydi. Buraya ikinci gidişim ve gerçekten çok güzel bir atmosferi ve nefis yemekleri var. İşte benim beğeni ile yediğim lezzetler..

http://www.thehousecafe.com.tr/


Et Snitzel


Salatalı Tavuk Şiş

Naneli Limonata

Bademli dondurmalı pasta

Mehter dünyanın en eski askeri bandosudur.


Askeri müzeye gitme şansınız olur ise, mehter takımının gösterisini de mutlaka izleyin. Bursa'nında bir mehter takımı var ama ben canlı olarak ilk defa İstanbul'un mehter takımını izledim, büyük bir keyifle..


Dünyanın en eski bandosu olan mehter tarihi, VII. yy. da yazılan ve Türk tarihinin en eski yazılı kaynağı olan Orhun yazıtlarına kadar uzanmaktadır. Mehter, ecdat kahramanlığının ve evrensel boyutlara ulaşmış anlayışının günümüzdeki görkemli bir anıtıdır. Dünya askeri tarihinin bu ilk bandosu, geçmiş dönem Türk müziğinin coşkulu ritimlerini bugünlere taşımaktadır.

Mehterin giysileri renk ve biçim bakımından ayrı bir güzellik arzeder. Giysilerinde tüm renkleri görmek mümkündür. Kullandığı başlıca enstrümanlar: Kaba zurna, boru, kös, davul, nakkare, zil ve cevgendir. Askeri müzik tarihinin başlangıcı ve dünya askeri bandolarının temel taşı olarak kabul edilen mehter, bugün ülkemizin çeşitli yörelerinde faaliyetlerini sürdürmektedir. Yurt içinde yurt dışında verilen konserlerle tüm dünyanın ilgisini üzerine çeken mehter, varlığını ve etkili gücünü asırlar sonra bugün de sürdürmekte, toplumunun gönlünde sıcak yerini korumaktadır.

http://www.bursamehter.com/

Askeri Müze - Türünün ikinci en zengin örneğidir.


İstanbul'da kongre'de iken fırsatı kaçırmayıp Lütfü Kırdar Kongre merkezinin hemen karşısında bulunan Askeri Müze'yi gezme şansım oldu. Seyahatin en anlamlı bölümlerinden biriydi benim için diyebilirim. İnanılmaz etkileyici bir müze.. Alıp götürüyor insanı.. 2 saatin nasıl geçtiğini anlamadım. Keşke daha fazla vaktim olsaydı. Gurur duyuyor insan atalarıyla.. Keşke bu müzeyi herkes gezebilse, tüm çocuklarımız görebilse. Hala gezmediyseniz gidip görmenizi şiddetle tavsiye ediyorum.. Çok fazla fotoğraf çektim ancak blogta bukadarına yer verebildim.


Askeri Müze ve Kültür Merkezi 1993 yılında şimdiki yerinde, çok başarılı, modern bir sergileme düzeninde tekrar açılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ünde yetiştiği eski Harp Okulu binası tadil ve eklentiler ile müzenin elli bin parçadan oluşan koleksiyonunun dokuz bin eserine, 22 salonda mekan olmuştur. Müzenin doğu kanadı sergi, toplantı ve benzeri sosyal faaliyetler için kullanılmaktadır. Ok, yay salonunu takiben süvari araç ve silahları, kesici silahlar, Yavuz Sultan Selim, Fatih Sultan Mehmet ve İstanbul’un fethi bölümü, erken İslam, İran, Kafkas, Avrupa ve Türk silahları, eşsiz miğfer ve zırh bölümü, ateşli silahlar, otağ ve çadırlar alt kat salonları eserleridir. Üst katta 1 Dünya savaşları, Gelibolu ve Kurtuluş Savaşı hatıraları, yakın tarih üniformalar ve Atatürk salonları Bulunmaktadır. Müzede Mehter Bandosu konserleri verilmektedir. 

http://www.tsk.tr/muze_internet/askeri_muze.htm

İki günlük İstanbul Masalı..


İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
Orhan Veli Kanık

Bu hafta 2 gün bir kongreye katılmak üzere İstanbul'a gittik. Çok seviyorum İstanbul'u.. Bursa'dan sonra tabi ;) inanılmaz büyülüyor beni her ziyaretimde.. Mistik bir havası var masallar diyarı gibi.. Trafik çilesine, binbir çeşit insanına rağmen her seferinde etkilemeyi başarıyor beni bu rüya şehir.. Havası, eşsiz boğaz manzarası, tarih kokan mekanları.. Şişli'de kaldık bu defa. İyi oluyor rutin hayattan böyle kısa kopuşlar. Kendine getiriyor insanı.. Kendini hatırlatıyor. Nişantası'nda akşam yemeğimizi, Dolmabahçe'de boğaz manzaralı kahvaltımızı yaptık. Detaylar daha sonraki yazılarımda.

19 Kasım 2009 Perşembe

İşte Ben'de Mim'lendim..


Blog dünyasına yeni katılan bendeniz  henüz bicok konuda acemiyim.. Birçok blog'da karşılaştığım mim konusuda bunlardan biri. Bazı bloglarda falanca beni mimlemis diye baslayıp çeşitli sorulara cevap verildiğini görüyorum yanlızca.. Ama işin özü bukadar basit değil, Mim blogcular arasında yaygın olarak kullanılan elim sende oyunu gibi birşey. Blogcular arasında kaynaşmayı sağlayan ve birbirini daha iyi tanımak adına yapılmış birşey. En azından benim araştırıp anladım kadarıyla :) Blog dünyasında yeni olduğumdan çok fazla blog tanıdığım yok. Sürekli takip ettiğim blog sevgili Pınar'ın ve arkadaşı Nuray'ın blogu http://ikidelikadin.blogspot.com/ beni mim'leyince bende Mim'lenmiş oldum.. Neyseki ilk Mim sevdiğim bir konudan geldi..

İşte sorular ve cevapları
1. Şu an okumakta olduğunuz kitap ve kısacası konusu?
Mümin Sekman’ın Herşey Seninle Başlar kitabı. Kişisel gelişim kitaplarından. Kişisel kurtuluş savaşınızı başlatın. Kitabın sloganı: Çaresizsen, çare sensin!

Çaresizlik öğrenilmiştir. Başarılı olmak da öğrenilebilir. Sende sandığından fazlası var. Gelebileceğin en iyi yerde değilsin. Yeni bir hayat için gereken, yeni bir akıldır. Doğru şeyi yapmak için yanlış zaman yoktur. Rüzgarı suçlamayı bırak, yelkenleri kullanmayı öğren! Seyirci koltuğundan sıkıldıysan sahneye çık. Zirvede her zaman bir kişiye daha yer var.
Her şey seninle başlar! Başkaları yapabildiyse sen de yaparsın.
Hayatta ya tozu dumana katarsın, Yada tozu dumanı yutarsın.
Seçim senin!

2. En son aldığınız kitap?
Olasılıksız / Adam Fawer

3.Şimdiye kadar aldığınız kitaplar içinde en sevdiğiniz?
En sevdiğim kitap mı aslında buna cevap bulamadım. Çünkü aldığım okuduğum her kitaptan etkilenirim ve bana mutlaka bir şeyler katar.
Engin Geçtan’ın kitaplarını çok beğeniyorum son dönemde..

4.Bir türlü bitiremediğiniz,bitirseniz de sizi illallah ettiren kitap?
İllahlah demedim ben hiçbir kitapta.. Bir türlü bitiremiyorsam sonuna bakıveriyorum el çabukluğuyla :)
Şibumi biraz karmaşık bulmuştum. Aklıma o geldi şuan..

5.Elinizdeki kitap bitince okumayı düşündüğünüz kitap?
Ben bugünlerde kişisel gelişim kitaplarına acayip ilgi duyuyorum.. Oysa ben yaşanmış, gerçek ve tarih kokan romanları okumayı daha çok severim. Limon Ağacı / Sandy Tolan bir süredir okumak istediğim bir kitap.

Ben Mim’leyecek bir blog arkadaşı bulamadım henüz.. Bloğumu şuan okuyan size sorsam, sizin en sevdiğiniz kitap hangisi?

9 Kasım 2009 Pazartesi

Kabak Mücver sevmeyen varmı?

Güzel bir hafta olmasını dilerim herkes için..
Her pazartesi hafta sonunun yorgunluğu ile başlıyorum işime…
Düşünüyorum da iki kısacık güne ne çok şey sığdırmaya çalışıyorum.
Neyse Cumartesiye şurada ne kaldı, değilmi ama :)
Aramızda kabak mücver sevmeyen varmı?
Tadına ve kokusuna dayanmadığım lezzetlerden biridir kabak mücveri. Hele Kızartırken eve yayılan nane kokusuna bayılıyorum. Geçen gün kızartmaya vaktim olmadığından, “hafif olması için” bahanesini kullanarak fırında da yaptım. Bence fırında da nefis oldu. Kek gibi oldu, hatta çay saatleri içinde bir alternatif olabilir diye düşündüm. Tadıda güzel, aynı yağda kızarmış mücver tadında ama daha hafif.

Her iki tarifi de şimdi vereceğim.. Damak tadınıza hangisi uygunsa deneyin bence, zira ben tarifi yazarken bile canım çekti.. :)

MALZEMELER:
3-4 adet kabak
1 adet yumurta
1/2 demet maydanoz
1 adet kurusoğan
1 - 1,5 su bardağı un
tuz, bolca nane ve karabiber ve dilediğiniz baharatlar
1 paket kabartma tozu
kızartmak için sıvı yağ
YAPILIŞI:
Kabakları yıkayıp, kabuklarını soyduktan sonra derince bir kabın içinde rendeleyin, soğanı da aynı şekilde rendeleyin. Yumurtayı, ince kıyılmış maydanozu, baharatları ve unu ekleyip karıştırın. Mücver hamuru ne çok sulu, ne de çok katı olmalı. Bu yüzden unu azar azar ilave edin. Bir kaşık yardımıyla tavadaki kızgın yağa döküp yayarak önlü arkalı kızartın, sıcak sıcak servis edin.

Fırında kabak mücver

Malzemeler:
3-4 adet kabak
1 adet yumurta
1/2 demet maydanoz
1 adet kurusoğan
1 - 1,5 su bardağı un
1 paket kabartma tozu tuz,
bolca nane ve karabiber ve dilediğiniz baharatlar

Üzerine serpmek için:
Kaşar peyniri

Yapılışı:
Fırınınızı 180 dereceye ayarlayın.
Kabakları yıkayıp, kabuklarını soyduktan sonra derince bir kabın içinde rendeleyin, soğanı da aynı şekilde rendeleyin. Yumurtayı, ince kıyılmış maydanozu, baharatları ve unu ekleyip karıştırın. Yağlanmış borcama ya da kek kalıbına aktarıp üzerini düzeltin.
Ffırında yaklaşık 30-40 dakika pişirin.
Pişeceğine yakın üzerine kaşar peyniri serpip, üzeri kızarana kadar pişirin.

Sanırım artık aramızda Kabak Mücver sevmeyen yok :)

Güneş olamazsan yıldız ol..

Dağ tepesinde bir çam olamazsan
Vadide bir çalı ol,
Fakat, oradaki en iyi küçük çalı sen olmalısın
Çalı olamazsan bir ot parçası ol
Bir yola neşe ver.
Bir misk çiçeği olamazsan bir saz ol
Fakat, gölün içindeki en canlı saz sen olmalısın.
Hepimiz kaptan olamayız
tayfa olmaya mecburuz
Dünya'da hepimiz için bir şey var
Yapacağınız iş, size en yakın olan iştir.
Cadde olamazsan patika ol
Güneş olamazsan yıldız ol
Kazanmak, yahut kaybetmek ölçü ile değildir.
Sen her neysen, onun en iyisi olmalısın
Douglas MALLOCH